İTİDAL, kelimesini severim…
Sözlük anlamı şudur: Aşırı olmama durumu, ölçülülük…
Açıkça ifade edeyim: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı son 5-6 yıla kadar dış politik adımlarını pek itidalli bulmuyordum…
Aşırıydı…
Ölçüsüzdü…
Sanki her adımda öncelik iç politikaydı…
Ülkedeki seçmendi…
Radikal kitlelerdi…
Fakat Erdoğan’ın Rusya’nın Ukrayna’ya dönük işgalindeki itidalli tavrı, onu bu savaşta tam merkeze yerleştirdi. İki tarafla da konuşan, iki tarafı da yönlendiren, ortak masa kuran tek lider oydu.
Ve Erdoğan, Rusya-Ukrayna savaşındaki yükselişinin ardından İsrail’in Gazze’ye olan müdahalesi sürecinde de benzer bir tutum izliyor…
Yine aşırı değil…
Yine ölçülü…
Ve dahası, Türkiye’de çoğunluk Müslüman olmasına rağmen, İsrail halkını korumaya, bu savaştan ari tutmaya devam ediyor Erdoğan…
***
Bizim gözümüzden kaçıyor ama…
Türk dış politikasında yükselişe geçen bir isim daha var:
Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Dr. Tahir Büyükakın…
Büyükakın, Avrupa Konseyi Kongresi Türk Delegasyonu Başkanı…
Dolayısıyla Büyükakın, yerel yöneticiliğinin yanı sıra, Avrupa Konseyi Kongresi’nde Türkiye’nin sözcüsü…
***
Dün yaygın medyayı okurken Doç. Dr. Tahir Büyükakın’ın Avrupa Konseyi Kongresi’nde kurduğu cümlelerin manşetlere oturduğunu fark ettim…
Kimi başlıklar sert olsa da…
Örneğin, “Hukuk dersi verdi…”
Örneğin, “Yüzlerine vurdu…”
Örneğin, “İnsanlık dersi…”
Evet, kimi başlıklar sert olsa da Büyükakın’ın konuşması çok itidalli, her cümlesi derin anlam taşıyordu.
Ve bir yandan da Avrupa’ya kendi hukukunu anlatıyordu…
***
“Senden Sonra” adlı son kitabımda, Atatürk’ün bir protestosuna yer vermiştim. Bir de burada anlatayım:
İstanbul işgal edilmiştir; Yunan bayrakları her yana asılmıştır, meclis ve resmi daireler İtilaf Devletleri’nin askerleri tarafından kuşatılmıştır. Kuvâ-yı Milliyeciler için tutuklama kararı çıkartılmıştır. Bir rüyanın sonu gelmekte, bir düş kâbusa dönüşmektedir. Bıçak kemiğe dayanmamış, bıçak kemiği kesmeye başlamıştır. Mustafa Kemal için durmak ve susmak güç, harekete geçmek ise bir zorunluluktur.
Bu yıkıma dur demenin vakti gelmiştir.
Peki, Atatürk ne yapar?
Bu işgale karşı bir protesto yazısı yazar. İstanbul’daki İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan siyasi temsilcilerine, tarafsız devletlerin dışişleri bakanlıklarına, Fransa, İngiltere, İtalyan meclislerine verilmek için yazılmıştır bu metin… Atatürk tarafından nokta koyulur koyulmaz hepsine ulaştırılır.
Protestodaki iki cümle öyle dikkatimi çeker ki…
Birincisi…
“Osmanlı milletinin siyasî hâkimiyet ve hürriyetine indirilen bu son darbe, ne pahasına olursa olsun hayatını ve varlığını savunmaya azmetmiş olan biz Osmanlılardan çok, yirminci yüzyıl medeniyet ve insanlığının kutsal saydığı bütün esaslara, hürriyet, milliyet, vatan duyguları gibi bugünkü insan toplumlarının temelinde yatan bütün ilkelere ve insanlığın bu ilkeleri meydana getiren ortak vicdanına indirilmiş demektir.”
İkincisi…
“…Bu hareketin ne demek olduğunun takdirini, resmî Avrupa ve Amerika’nın değil, bilim, kültür ve medeniyet Avrupa ve Amerika’sının vicdanına bırakmakla yetinir ve bu olaydan doğacak büyük tarihî sorumluluğa, son olarak bir kez daha dünyanın dikkatini çekeriz.”
İki önemli nokta…
Bir: “Bu işgal, yirminci yüzyıl medeniyet ve insanlığının kutsal saydığı bütün esaslara aykırı…”
İki: “Takdiri bilim, kültür ve medeniyet Avrupa ve Amerika’sının vicdanına bırakıyorum.”
***
Büyükakın’ın konuşma metnini okuyunca Atatürk’ün o protestosu aklıma gelmedi değil…
Bakınız diyor ki:
“Avrupa aydınlanması Vestfalya Barış Antlaşmasından beri uluslararası hukuk sistemine çok güzel şeyler öğretti. Dünyanın bugünkü aslında üzerine inşa edildiği uluslararası hukuk sistemi Vestfalya Antlaşmasına dayanır. Ama bugün maalesef Amerika’nın dümen suyunun gerisinde olan Avrupa, Amerika ne diyorsa onun peşinde giden bir yerde kalıyor. Amerika’nın hukuk tanımaz, dünyada adaletten yoksun anlayışının peşinden takılmış gidiyor. Avrupa ülkelerinin, özellikle merkez ülkelerinin buna karşı bir şey söylemesi mümkün…”
Gerçekten harikulade…
Çünkü burada Avrupa’ya kendi değerlerini hatırlatma ve onlara “Siz bu değilsiniz” demek var…
***
Kitabımda bir de şu ifadelere yer vermiştim:
Devleti yöneten ya da devleti yönetmek isteyen her kişinin okuması, üzerinde uzun uzun düşünmesi gereken bir protesto bu… Çünkü içerikte salt diplomatik ve askeri bir dil yok; içerikte, yaşanan tarihin ruhu ve işgali gerçekleştiren devletlerin kültürel birikimleri ve misyonları var. Kendimizi anlatırken yüksek bir duyguyla onları da anlayış var. İçinde, medeniyet olma ruhunun sorumluluğunu incelikle sunuş var.
İçinde koca bir dünya var!
Ve Atatürk, işte o ruha sesleniyor… Bilimin, kültürün ve medeniyetin ruhuna… Tarihin ruhuna…
Ve batının yalnızca resmi sınırlar ve o sınırları yöneten asker ve politikacılardan ibaret olmadığını; asıl batıyı yüzlerce yıllık bir birikimin oluşturduğunu, bundan kopulmaması gerektiğini ifade ediyor.
***
Özetle, Büyükakın’ın Vestfalya Barış Antlaşması üzerine yaptığı değerlendirme, Atatürk’ün yaptığı o nahif protestoyu aklıma getirdi…
Ve dedim ki:
“Dış politikada dil ve üslup böyle olmalıdır.”

By